O gün yine her zamanki gibi fazlasıyla yorgun uyandım. Günlerdir düşünüp cevabını bulamadığım şeyler beni yeyip bitirmeye başlamıştı. Benden önce hazırlanıp çıkmış. Artık akşamdan sabaha bile çok nadir görüyorduk birbirimizi. Aynı evin içinde olacak kadar yakın ama ayrı dünyalardaymış gibi uzaktık birbirimize. Uykusuzluktan göz altlarım morarmış, fark edilecek derece de kilo vermiştim. İşe gitmek üzere hazırlanırken birden telefonum çaldı. Annesi arıyor... Açıp açmamak konusunda kararsız kaldıktan sonra bir şey söyleyecektir herhalde diyerek telefonu açtım.
- Nasılsın kızım?
- İyi olmaya çalışıyorum anne.
- Sesin pek iyi gelmiyor ?
- Bu aralar yorgunum biraz, birde... Biliyorsun işte. Sanırım artık yavaş yavaş yolun sonuna geliyoruz. Eskisi gibi değil...
- Biliyorum kızım ben de o yüzden aradım. Nasıl olduğunu merak ediyordum, aslında daha önce arayacaktım ama karışmak istemiyorum biliyorsun.
- Biliyorum anne ama düzelecek gibi değil, yoruldum artık.
-Bak kızım affetmek zor biliyorum. Ne kadar zor olduğunu da biliyorum ama konuştum ben Muratla. Çok pişman. O kadını da aradım evli olduğunu, peşini bırakmasını söyledim. Tek istediğim sizin iyi olmanız, üzme kendini.
Son cümleleri duyduktan sonra belki 1 dakika öylece sustum. O kadın?! Parçalarını bir türlü birleştiremediği m o yap boz bir anda tamamlanıp önüme koyuldu sanki... Sakin bir şekilde cevap vermeye çalıştım, belli etmemeliydim ama ister istemez sesim titremişti.
- Tamam anne, sağ ol. İşe yetişmem gerekiyor daha sonra konuşuruz bunları hoşça kal.
- Görüşürüz kızım.
İşi arayıp gidemeyeceğimi, hasta olduğumu söyledim. Kafamda birikmiş bütün soruların cevaplarını hiç ummadığım bir anda bulmuştum. Şanslı ya da şanssız olup olmadığımı bile sorgulayamadım. Tek bildiğim artık bitecekti. Öncesinde bir dönüş yolu mutlaka olmalıydı ama artık yoktu. Bitmekten başka çaresi yoktu işte. Peki nerede olmuştu? Nasıl olmuştu? Benim evimde mi? Tek gecelik bir şey miydi yoksa bir süredir var mıydı ? Bütün bu soruların cevaplarını ne kadar merak etsem de öğrenmemek en iyisiydi. Her şeyin en azını düşünüp, daha az üzülmeliydim.
Birlikte geçirilen vakitlerin azalmışlığını, akşam eve geç gelişlerini, günaydın demeden çıkıp gitmelerini ve kısa sürede bu kadar değişmiş olmasını elbette böyle bir sebebe bağlamıştım. Ama bu yalnızca bir varsayımdı. Ta ki bütün gerçekler bir an da yüzüme vurulana dek...
Saatlerce düşündükten sonra kalkıp hazırlandım.
En sevdiği elbisemi giydim, günlerdir hiç özenmediğim kadar özenerek makyajımı yaptım. Güzel bir akşam yemeği... Evet, bu gece ikimiz içinde güzel bir başlangıç olmalıydı. Onu ne kadar sevdiğimi bugün daha çok hissettirmeliydi m. En sevdiği yemekleri yaptım ve biraz şarap... Beklemekten fazlasıyla sıkılmama rağmen arayıp ne zaman geleceğini sormadım. Bir süredir, akşamları olduğu gibi yine geç gelecekti. Gözüm sürekli kolumdaki saatle masanın üzerindeki telefon arasında gidip geliyordu. Saat 00.00 hala gelmedi derken bir kadeh şarap daha... Ne kadar içtiğimi hatırlamıyorum bile. Saat 00.35 kapıdaki anahtar sesiyle kendime çeki düzen veriyorum. Beni görünce fazlasıyla şaşırıyor.
- Hoş geldin sevgilim.
- Hoş bulduk canım, uyumamışsın? Ayrıca bugün fazla güzelsin, özel bir gün müydü? Unuttum mu yoksa?
- Evet bu gün özel bir gün. Uzun zamandır birlikte fazla vakit geçirmiyoruz. Belki bir akşam yemeği yeriz diye düşündüm aslında... Hem en sevdiğin yemekleri yaptım. Otursana?
- Üzerimi değiştirip geliyorum.
- Hayır, değiştirme. Otur işte.
- Sen iyi misin? Bir şey mi oldu?
- İyiyim, hiç olmadığım kadar iyiyim merak etme. Konuşmak istediğim şeyler var sadece.
Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun değil mi ? Sen bu hayatta en çok isteyip de başıma gelen en güzel şeysin benim.
- Evet biliyorum, ben de...
- Sözümü kesme! Güzel bir haberim var sana aslında. İki gün önce öğrendim ama, bu güne kısmet oldu söylemek. Aramıza yeni bir misafir katılıyor... Hamileyim.
O an gözlerinin içinin nasıl parladığını anlatmak imkansız. Gelip boynuma sarılıp defalarca öptü. O kadar mutluydu ki kelimelere dökmeye gücüm yetmiyor. Öyle çok isterdim ki, bu haberi farklı bir şekilde vermeyi, güzel bir kutlama yapmayı, birlikte küçücük kıyafetler bakıp alış veriş yapmayı, hatta abartıp doğmamış çocuğumuza okul planları yapmayı... Öyle çok isterdim ki! Ama hayat öyle bir dengeye oturmuş dengesizlik ki ne zaman ne olacağını bilemiyorsun. Yıllarca düzene sokmaya çalıştığın her şey 24 saatte belki de böyle bir gece de yerle bir oluyor.
- Bu çok güzel bir haber! İnanamıyorum hala, gerçekten baba mı oluyorum?! Bu geceyi saymıyorum bunu tekrar kutlamalıyız.
- Bundan sonra bir kutlama olacağını sanmıyorum aslında. Bu son kutlamamızdı, belki de son gecemiz.
- Anlamıyorum bu ne demek şimdi?
- Anlaşılmayacak bir şey yok. Ben anlamaya çalıştığım her şeyi anladım. Şimdi senden istediğim bir şey var. Eşyalarını topladım, yatak odasında. Onları alıp çıkar mısın ?
- Bu ne demek oluyor şimdi?
- Ne demek olduğunu çok iyi biliyorsun. Olan çirkin şeyleri konuşmak istemiyorum. Ne olduğunu ve bundan sonra ne olacağını ikimiz de biliyoruz. Sadece gitmeni istiyorum. Sadece bu evden değil, artık hayatımdan da gitmeni istiyorum. Seni ne kadar çok sevdiğimi her zaman hissettirdim ama hak etmediğin an da seni terk edeceğimi tahmin bile edemedin, artık bitti.
Hiçbir şey söylemedi. Eşyalarını alıp sessizce çıkıp gitti. Sabahı nasıl gördüğümü hatırlamıyorum, gece boyunca hiç durmadan ağladım. O günden sonra ne bir mesajına, ne aramalarına cevap vermedim.
O gece, eşyalarıyla birlikte eminim bütün pişmanlıklarını da yüklenip gitti bu evden. İkimizde geri dönüşü olmayan bir yola girdik.
İhanet, tek kişinin üstlendiği bir suç gibi görünse de sonuçlarına birden fazla kişinin katlanmak zorunda kaldığı bir gerçek.
Ve sadakat; hiç olmadığı kadar beyaz kalmalıydı. Çünkü pişmanlık, beyazın üzerine işlemiş hiç bir rengi silmeyecekti. Zor olan, o lekelerle, pişmanlıklarla, hayal kırıklıkları ve yitip giden güvenle o yolda tek başına ilerlemekti...
- Nasılsın kızım?
- İyi olmaya çalışıyorum anne.
- Sesin pek iyi gelmiyor ?
- Bu aralar yorgunum biraz, birde... Biliyorsun işte. Sanırım artık yavaş yavaş yolun sonuna geliyoruz. Eskisi gibi değil...
- Biliyorum kızım ben de o yüzden aradım. Nasıl olduğunu merak ediyordum, aslında daha önce arayacaktım ama karışmak istemiyorum biliyorsun.
- Biliyorum anne ama düzelecek gibi değil, yoruldum artık.
-Bak kızım affetmek zor biliyorum. Ne kadar zor olduğunu da biliyorum ama konuştum ben Muratla. Çok pişman. O kadını da aradım evli olduğunu, peşini bırakmasını söyledim. Tek istediğim sizin iyi olmanız, üzme kendini.
Son cümleleri duyduktan sonra belki 1 dakika öylece sustum. O kadın?! Parçalarını bir türlü birleştiremediği m o yap boz bir anda tamamlanıp önüme koyuldu sanki... Sakin bir şekilde cevap vermeye çalıştım, belli etmemeliydim ama ister istemez sesim titremişti.
- Tamam anne, sağ ol. İşe yetişmem gerekiyor daha sonra konuşuruz bunları hoşça kal.
- Görüşürüz kızım.
İşi arayıp gidemeyeceğimi, hasta olduğumu söyledim. Kafamda birikmiş bütün soruların cevaplarını hiç ummadığım bir anda bulmuştum. Şanslı ya da şanssız olup olmadığımı bile sorgulayamadım. Tek bildiğim artık bitecekti. Öncesinde bir dönüş yolu mutlaka olmalıydı ama artık yoktu. Bitmekten başka çaresi yoktu işte. Peki nerede olmuştu? Nasıl olmuştu? Benim evimde mi? Tek gecelik bir şey miydi yoksa bir süredir var mıydı ? Bütün bu soruların cevaplarını ne kadar merak etsem de öğrenmemek en iyisiydi. Her şeyin en azını düşünüp, daha az üzülmeliydim.
Birlikte geçirilen vakitlerin azalmışlığını, akşam eve geç gelişlerini, günaydın demeden çıkıp gitmelerini ve kısa sürede bu kadar değişmiş olmasını elbette böyle bir sebebe bağlamıştım. Ama bu yalnızca bir varsayımdı. Ta ki bütün gerçekler bir an da yüzüme vurulana dek...
Saatlerce düşündükten sonra kalkıp hazırlandım.
En sevdiği elbisemi giydim, günlerdir hiç özenmediğim kadar özenerek makyajımı yaptım. Güzel bir akşam yemeği... Evet, bu gece ikimiz içinde güzel bir başlangıç olmalıydı. Onu ne kadar sevdiğimi bugün daha çok hissettirmeliydi m. En sevdiği yemekleri yaptım ve biraz şarap... Beklemekten fazlasıyla sıkılmama rağmen arayıp ne zaman geleceğini sormadım. Bir süredir, akşamları olduğu gibi yine geç gelecekti. Gözüm sürekli kolumdaki saatle masanın üzerindeki telefon arasında gidip geliyordu. Saat 00.00 hala gelmedi derken bir kadeh şarap daha... Ne kadar içtiğimi hatırlamıyorum bile. Saat 00.35 kapıdaki anahtar sesiyle kendime çeki düzen veriyorum. Beni görünce fazlasıyla şaşırıyor.
- Hoş geldin sevgilim.
- Hoş bulduk canım, uyumamışsın? Ayrıca bugün fazla güzelsin, özel bir gün müydü? Unuttum mu yoksa?
- Evet bu gün özel bir gün. Uzun zamandır birlikte fazla vakit geçirmiyoruz. Belki bir akşam yemeği yeriz diye düşündüm aslında... Hem en sevdiğin yemekleri yaptım. Otursana?
- Üzerimi değiştirip geliyorum.
- Hayır, değiştirme. Otur işte.
- Sen iyi misin? Bir şey mi oldu?
- İyiyim, hiç olmadığım kadar iyiyim merak etme. Konuşmak istediğim şeyler var sadece.
Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun değil mi ? Sen bu hayatta en çok isteyip de başıma gelen en güzel şeysin benim.
- Evet biliyorum, ben de...
- Sözümü kesme! Güzel bir haberim var sana aslında. İki gün önce öğrendim ama, bu güne kısmet oldu söylemek. Aramıza yeni bir misafir katılıyor... Hamileyim.
O an gözlerinin içinin nasıl parladığını anlatmak imkansız. Gelip boynuma sarılıp defalarca öptü. O kadar mutluydu ki kelimelere dökmeye gücüm yetmiyor. Öyle çok isterdim ki, bu haberi farklı bir şekilde vermeyi, güzel bir kutlama yapmayı, birlikte küçücük kıyafetler bakıp alış veriş yapmayı, hatta abartıp doğmamış çocuğumuza okul planları yapmayı... Öyle çok isterdim ki! Ama hayat öyle bir dengeye oturmuş dengesizlik ki ne zaman ne olacağını bilemiyorsun. Yıllarca düzene sokmaya çalıştığın her şey 24 saatte belki de böyle bir gece de yerle bir oluyor.
- Bu çok güzel bir haber! İnanamıyorum hala, gerçekten baba mı oluyorum?! Bu geceyi saymıyorum bunu tekrar kutlamalıyız.
- Bundan sonra bir kutlama olacağını sanmıyorum aslında. Bu son kutlamamızdı, belki de son gecemiz.
- Anlamıyorum bu ne demek şimdi?
- Anlaşılmayacak bir şey yok. Ben anlamaya çalıştığım her şeyi anladım. Şimdi senden istediğim bir şey var. Eşyalarını topladım, yatak odasında. Onları alıp çıkar mısın ?
- Bu ne demek oluyor şimdi?
- Ne demek olduğunu çok iyi biliyorsun. Olan çirkin şeyleri konuşmak istemiyorum. Ne olduğunu ve bundan sonra ne olacağını ikimiz de biliyoruz. Sadece gitmeni istiyorum. Sadece bu evden değil, artık hayatımdan da gitmeni istiyorum. Seni ne kadar çok sevdiğimi her zaman hissettirdim ama hak etmediğin an da seni terk edeceğimi tahmin bile edemedin, artık bitti.
Hiçbir şey söylemedi. Eşyalarını alıp sessizce çıkıp gitti. Sabahı nasıl gördüğümü hatırlamıyorum, gece boyunca hiç durmadan ağladım. O günden sonra ne bir mesajına, ne aramalarına cevap vermedim.
O gece, eşyalarıyla birlikte eminim bütün pişmanlıklarını da yüklenip gitti bu evden. İkimizde geri dönüşü olmayan bir yola girdik.
İhanet, tek kişinin üstlendiği bir suç gibi görünse de sonuçlarına birden fazla kişinin katlanmak zorunda kaldığı bir gerçek.
Ve sadakat; hiç olmadığı kadar beyaz kalmalıydı. Çünkü pişmanlık, beyazın üzerine işlemiş hiç bir rengi silmeyecekti. Zor olan, o lekelerle, pişmanlıklarla, hayal kırıklıkları ve yitip giden güvenle o yolda tek başına ilerlemekti...